Sevgili dostum Yusuf Ter ile 2005 sonu 2006 başlarında sanal âlemde yani internet ortamında tanıştım. O zaman yalnızca sohbet etmek için MSN vardı. Akşamları MSN de sohbet etmeye başladık. Daha öncesinde 2 Temmuz mail grubunda şiirlerini okurdum. Şiirlerinden anladığım kadarı ile solcu idi daha da ötesinde sosyalistti. Yine aynı grupta Kemal Türkler ile bir yazı paylaşmıştı. Yazıda yanlışlar ve eksikler çok fazla idi. Yazı ile düşüncelerimi ve yanlış olan yerlerini altına not düşüp kendine gönderdim. Ve o günden sonra dostluğumuz başladı.
Yusuf Ter, dost olarak ve hümanist bir insan olarak iyi bir insandı. İnsanlığı her şeyin önünde tuttuğu belli oluyordu. İnsanlık ve dostluk onun şiarı olmuştu. Dostum dediği insana yürekten inanır, dostum derken yürekten der ve yüreğini olanca berraklığı ile açar. İçinde bulunup yaşadığımız sistemde böyle candan dostluğa önem veren insan çok azdı. Çünkü bu kapitalist sistem dost olmayı bir yana bırak insan kalmayı bile ortadan kaldırıyordu. Varsa yoksa maddiyat, yani paran fulün, malın mülkün varsa her şeysin, insanlık dışında. Böyle bir sistem içinde Yusuf gibi insanları da bulmak iğne ile kuyu kazmaktı.
Yusuf ile MSN sohbetlerimiz genelde toplumsal sanat, toplumsal ve başkaldırı yani devrimci şiir üzerine olurdu. Siyasetten soyutlamadan, çünkü yaşamın kendi siyasetti. Onu bir kenara koyamazdık. Yalnız bir nokta bazen kafamı kurcalardı. Siyaset tarzı biraz bana tersti, ama zamanla o yönünü aşacağımızı bekliyordum. Sadece bir kafa karışıklığından ibaretti. Kendini de sıkça bu konuda uyarıyordum. Bu konuda ki bazı olumlu gelişmeleri de gözlemliyordum.
Yusuf Ter ’in şiire olduğu kadar resmede büyük ilgisi vardı. Çok güzelde resim yapıyordu. Ama en çok hümanist yanı ağırlıktaydı. Bir devrimcinin olmazsa olmazı da hümanist olması idi. İnsan sevgisi, doğa sevgisi, paylaşım duygusu hümanizmin içinde idi. Yusuf Ter de hep bu bilinç içinde insana değer verir, doğayı korur ve kollar paylaşımı felsefesi gereği vaz geçilmez unsurudur.
Gerçek bir dost, gerçek bir emekçidir Yusuf Ter. Bunların ötesinde o bir duyarlı yürektir. Halkının acısına, sevincine, duyarlılık gösteren, Halkından yana olup, halkını ezenlere başkaldıran sağlam bir kalem, yiğit bir ozandır.
Yusuf Ter ile tanışıp yazdıklarını okuduğumda, Âşık Veysel öldüğünde yazılanlar, yani sözde aydınların yazdıkları aklıma geldi. Bu sözde aydınlar, Âşık Veysel ile birlikte halk şiirinin de öldüğünü yazmışlardı. Halk var olduğu sürece halk şiirinin var olacağını bilmiyorlardı. Yusuf Ter de bu var olan halkın içinden çıkmıştı. Bu tezi başlı başına Âşık İhsani’ nin “Ozan dolu Anadolu” kitabı çürütmüş oluyordu.
Yine Sevgili Süleyman Yağız’ın “Yürü Bire Hızır paşa” isimli çalışması Halk şiirinin ölmediğine tanıklık ediyordu.
1973 den 2008 geldiğimiz de yürekli bir ozan kendini gösteriyor. Yani bu sözde aydınların dediği olmamıştı. Halk şiiri yaşıyordu. Hem de halkın yanında halk ile birlikte. Gül bülbül edebiyatı yapmadan. Ekranlarda şov yapan ozanlar, devletin sözcülüğünü üstlenen ozanlar, ırkçılık duygularını ön plana çıkaran ozanların (sözde ozanlar) ekranlarda boy gösterdiği bir dönemde ona yer vermeseler de o ruhunda ve düşüncesinde ki paylaşımcı ve evrensel yanı ile halkı ile bütünleşmeyi, zor şartlar altında da olsa yazdıklarını kitaplaştırmayı başarmış bir ozandır Yusuf Ter.
Ona duyarlı demiştim, evet, kimsenin cesaret edemediği, kendine halk ozanıyım diyenlerin diline bile alamadığı, Karadeniz de on beşlere, Kızıldere’ye, 6 Mayısın kanlı sabahına, İbrahim Kaypakkaya’ ya ve bütün devrimci şehitlerimize, Maraş’a, Çorum’a, Sivas’a, İstanbul Gaziye, Hırant Dink’e, ağıtlar, türküler yakıyor. Yani bazen Köroğlu oluyor hem bolu Beyine başkaldırıyor kargı kucakta hem dizelerini kavgaya sürüyor sazı elinde. Bazen de Karacaoğlan oluyor kara kızın peşinden koşuyor. Bir yanı da Âşık İhsani gibi baltası elinde haksızların üzerine yürüyor. Ama o hep halkının yanın da olmayı biliyor. Halk Ozanının kim olduğunu, görevlerinin ne olduğunu iyi biliyor ve şöyle diyor: ”Halk ozanı solcu olmalı, buda yetmez, sosyalist olmalı” ve bu başlık altında sosyal medyada tartışma bile açmıştı. Çokta ilgi görmüştü.
Yusuf Ter bu kadar sosyalliğin yanında sevdanın da ozanı idi, yukarda da belirttiğim gibi tam bir Karacaoğlan’dı 21.yüz yılda, her gördüğü güzelliğe ve güzele şiirler yazan. Bunu yaparken de hümanist yanı ile şairlik yanını harmanlıyordu. Bazı sohbetlerimizde bu yönüm ile beni hep eleştirirdi. Neden aşk ve sevda şiirleri yazmıyorsun diye. Sevda şiiri yazdığımda da büyük sevinç duyar en güzel aşk şiirini komünist şairler yazar der ve büyük usta Nazım’ı örnek verirdi. Tabiiki hakkı vardı. Komünist insan hümanist insandı aynı zamanda, sevmeyi ve sevilmeyi bilen, en iyi aşk şiirini de onlar yazardı ve yazmalıydı da. Yusuf dostuma hak veriyordum.
Yusuf Ter 1970 de Kozaklı’ nın, İmranlı Köyünde Dünyaya gelen, küçük yaşta babasının işi gereği İsviçre’nin Basel kentine gider. Bu göç esnasında eğitimini de İlkokul dördüncü sınıfta bırakır bir daha okula devam etmez. Fakat İlkokulu bile bitiremeyen Yusuf Ter, boş durmaz, hem çalışır, hem kendini yetiştirir. Sosyal ve edebi yönde kendini geliştirir. Bu çabası sonunda uzun bir yolda kat eder. Güzel resim yapmayı ve şiir yazmayı bilgi dağarcığına katar. Bunları yaparken de sosyal yönünü geliştirmeyi ihmal etmez, o yönüyle de kendini ifade edecek şekilde geliştirir. Önce kendinin neden yaban ellerde olduğunu araştırır. Sonra Yurdundan uzakta çalışan işçilerimizin durumuna kafa yorar ve sonunda bu sistemin bir oyunu olduğunu anlar. Bu seferde, düzeni sorgulamak için kendini yetiştirmeye başlar ve bunu da başarır. Bu sistemin ne kadar insanlık dışı bir düzen olduğunu da kavrar. Bu esnada kendine yakın gördüğü siyasi çevrelere de sempati duyar. Bununla birlikte felsefeye de ağırlık verir.
Yusuf Ter, Uzun mesafe kat etmiştir. Bu yolu yürürken de yeni siyasi arkadaşlar edinmiştir. Bunların içinde şair ve ozanlarda vardır. En yakın ilgi ve bilgiyi de şair ve yazar Nihat Behram’dan görür. Ondan çok şey öğrenir. Şiirlerinin konusu, resimlerinin kompozisyonu yeni içerik kazanır. Her ikisinde de işçiyi emekçiyi, ezilen halkı konu eder ve anlatır. Kızıldere’ ye ağıtlar yakar, Deniz’e, Yusuf’a, Hüseyin’e destanlar yazar. Günümüzde bankalardan katrilyonları götürenler ceza almazken onların neden idam edildiklerine kafa yorar, araştırır. Yine karşısına yıkılası bu kara düzenin pisliği çıkar.
Yusuf Ter. Bu birikimlerini halkla paylaşmak için yazdıklarını dört kitap olarak yayınlar. Halkı uyandırmaya çaba harcar, yılmadan usanmadan, baskılardan, tehditlerden, işkencelerden korkmadan. Çünkü o artık bu yolda bir neferdir. Kitap yayınlamak çok güzel bir olaydı. Aynen bir çocuğun dünyaya gelişi gibi, çünkü kitap da yazar veya şairin çocuğu gibidir. Fakat Yusuf kitapları çıkarırken biraz acele etmişti. Hepsini de bir yıl ara ile yayınlamış. Son kitabında bu kuralı bozduk, arayı biraz açtık. 2009 yılı Temmuz ayında “Ey Renksiz Dünya” kitabını hazırlayıp yayınladık. Sevgili hocamız Haluk Gerger de ön sözünü yazdı. Çok titiz ve kaliteli bir çalışma oldu. Her bir kelimeyi defalarca gözden geçirdik.
Haluk hoca önsözünün son paragrafında şöyle diyordu:” Anadolu’nun o umarsız köyünden gelip de finans-kapitalin merkezinde dünyaya böyle meydan okuma cüretini bir devrimciden başka kim gösterebilir ki...” Sevgili Haluk hoca ne kadar doğru söylüyordu. İsviçre gibi bir yerde yaşayıp da köyünde ki geri kalmışlığı Türkiye de ki sömürüyü, yozlaşmayı ve yobazlığı kendine dert edinsin. Ama bunu Yusuf bu kitabına aldığı her eserinde yapmıştır. Bu kitabı dizgisinden ve baskısından ziyade güzel kılanda bu idi.
Yusuf Ter ile 2009 yılında birde kolektif çalışma yaptık.(Ozan Garip, Yusuf ter ve Kul Sefili) Halk şiirinde Emperyalizme Başkaldırı Antolojisini hazırlamıştık. Ondan sonrada ortak çalışmalarımız sanal ortamda devam ediyordu. Dostum Yusuf'un sağlık durumu bozulana kadar.
20011 yılına geldiğimizde Yusuf’un sağlığı bozulmuş çok fazla internet ortamında görünmüyordu. Günlerini çoğunu hastanede girmeye başlamıştı. Midesinden rahatsızdı, midesinde tümör vardı. İki kes operasyon geçirmiş fakat bir faydasını görmemiş, mide ağrıları dinmemiş. Yine ev ile hastane arasında mekik dokuyordu. Yusuf ‘un bu durumu beni fazlası ile üzüyordu. 2012 yılında oğlu ile İstanbul’a geldi, eski o kilolu halinden eser kalmamış iyice zayıflamış yani çokça kilo vermişti. Aslında tamda ona yakışan ideal kiloya gelmişti. Kendini iyi görmüştüm ama mide ağrılarının devam ettiğini söyledi.
Yusuf daha mide rahatsızlığını atlatmamıştı ki kafasından da tümör çıktığını yazdı bana, bir an şaşırmıştım, nasıl olur diye. Kafasında ki tümörlerin devamlı çoğaldığından bahsetti. Doktorlar ameliyat etmiyor dedi. Hap ile ve ilaçla işi götürmeye çalışıyordu. Ama sadece günü kurtarıyordu çünkü değişen bir şey yoktu. Dostumun bu hali beni çok üzüyordu. Elimden bir şeyde gelmiyordu, üzülmekten başka. Çok üzülüyordum yakın zamanda bu nalet hastalıktan kayıp ettiklerimi düşündükçe, sen çok yaşa Yusuf, bu halkın senin gibi iyi insanlara ihtiyacı var.
Komünist Ozan
28.09.2014
Başa Dön