SUNUŞ
Kırk yılı geçmiş.
1979, Ankara Atatürk Lisesi, Sıhhiye. Parasız yatılı öğrencilerle birlikte pansiyonda kalıyorum. Hakkâri
Lisesinden gelmişim 1978 baharında. Türkçe-edebiyat öğretmeniyim. Ali Turalı ile tanışıklığım,
giderek dostluğum ta oralardan geliyor…
Kırk yılı geçmiş, evet. O günlerin kanlı, çatışmalı ortamından bugünlerin “tek adamlı yönetim” ortamına, Ali Turalı ile duygudaş olmuşuz, birbirimizi arayıp sormuşuz, bir araya gelip konuşmuşuz…
Emekçi, mücadeleci bir Ali Turalı. “Kul Sefili”, “Komünist Ozan”, “Dursunoğlu Ali”…
Yüzyıllardır süren ezen-ezilen, hak yiyen-hakkı yenilen saflaşmasında yerini almış bir devrimci.
Pir Sultan Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu… Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa… Mustafa Suphi (ve TKP)…
Ali’nin yakın köylüsü İbrahim Kaypakkaya… Üç Fidan: Deniz, Hüseyin, Yusuf… Âşık Mahzuni Şerif, Âşık
İhsani, Âşık Zamani… Çorum, Maraş, Sivas… Onda derin izler bırakan.
Ali Turalı, Pir Sultan Abdal’dan günümüze uzanan halk ozanlığının, sazıyla değil ama kalemiyle sözcülerinden, seslerinden biri. İdamların, insan yakmaların, nefret kusmaların karşısında halkın, emekçilerin yılmaz, cesur savaşçısı. Öfkeli ama barıştan, kardeşlikten, sevgiden yana…
İlk kitabı, “Savrulacak Külüm mü Kaldı” (İzlek Yayınları, Ankara, 1994). Ben düzenleyip basmıştım.
Kaan İnce Kültür ve Sanat Vakfı adına sahipliğini ve genel yayın yönetmenliğini üstlendiğim 90’lı yılların dergisi İzlek’te, onun seçtiği adlarla, “Halk Şiiri Geleneğini Sürdürenler” sayfası düzenlemiştik.
Yaşamöyküleriyle, şiirleriyle tanıtmıştık yaşayan halk ozanlarının bir kısmını o zaman.
Bir emekçi. Bir devrimci. Bir ozan... Bir eş. Bir baba…
Onun dostu olmaktan gurur duyuyorum.
Nizamettin UĞUR
Edebiyatçı