Bakıyordu
Bakıyordu! Kana kesmiş gözleri ile tanıdım, dedi: sırtında ki ağrıları hissederek, karşısında duran adama. Nasıl unuturdu ki, yediği copların izi duruyordu, sırtında. Ayağa kalkacak olsa, beli yedi yerinden kopuyordu sanki. Geceyi de o karanlık hücrede taş yatağın üzerinde geçirmişti. Uykusuzdu. Uyuyamamıştı, sırtının ağrılarından. Gözleri birer kan çanağı olmuştu. Ama gözlerinde kin dolu idi. Ayakta durmaya, yıkılmamaya çalışıyordu.
Neden sonra adam çıkıp gitti. Yalnız kalmış idi, iki metre karelik odasında. Yalnızlığı iyi biliyordu. Ne yaman, ne kadar çekilmez şey olduğunu. Yine de katlanıyordu. Katlanmak zorunda idi.
Odasında kendisi ile baş başa kalmış idi. Yalnızdı. Ama karamsar değildi. Yenilmeyecekti. Yeneceğiz, yeneceğiz, diye tekrar ediyordu. Sırtının ağrıları dindiğinde türkü mırıldanıyordu. Zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiriyordu. Işığını söndürmeseler, gece gündüz hep okuyacaktı. Fakat belirli saatten sonra F tipinin ışıkları söndürülüyordu. En çok zoruna giden bu idi. Yalnızlığa katlanıyordu ama karanlığa isyan ediyordu. Bu durumlarda da hep bu şiiri okuyor, tekrar, tekrar okuyordu.
İstemezdim bu gün güneşin doğmasını
İstemezdim gecenin bitip, sabahın olmasını
Karanlığı sevmesem de,
Dışarıdaki aydınlığa inat
İstemezdim yinede gecenin son bulmasını.
Ne sabahlar gördüm güneşi olmayan
Gökyüzünü görmeden geçen günlere inat
Karanlığı yarattılar demir kapılar ardında
Evreni aydınlatan güneşe inat
Ama parlayan yıldızları söndüremediler
Beyinlerimizden.
Söndüremediler beyinlerimizdeki yıldızları
Ne kadar karartsalar da gökyüzünü
Aydınlığı yaratmak bizim ellerimizde
Beyinlere vurulan kelepçeye inat
Tüketemezler ışığımızı
Taş duvarlara kapatmakla düşünceleri.
İstemezdim yine de gecenin sabaha dönmesini
Beyinleri karanlıklara inat
İstemezdim yine de güneşin sönmesini
Gündüzün gece olmasını,
Aydınlığın düşmanlarına inat.
Güneşi nasıl söndüremiyorsa, bu aydınlık düşmanları
Aydınlığımızı da karanlık edemezler
Sürgülü demir kapılarına inat
Ne kadar uğraşsalar da her gecenin sabahı olacaktır
Ve güneş doğduğunda, karanlıklar aydınlanacaktır
Onların karanlık ve soğuk yapılarına inat.
Ve sonra sessizliğine bürünüp o, taş yatağına uzanmak zorunda kalıyordu. Uzandığı anda sırtının ağrılarını, işkencenin sancılarını, tüm bedeninde hissediyordu. Ve kalkıyordu. İki metre kare alanlık odasında volta atmaya alışıyordu. Adımını uzun attığında, odasının uzunluğu iki adımda bitiyordu. Hangi yana dönse karşısına dört duvar dikiliyordu. Soğuk, nemli ve can sıkıcı dört duvar. Yüzü soğuk, çehresi eğri, tıpkı karşında gördüğü adamın siması gibi. O, yüzü hiç unutmuyordu. Unutamıyordu. Ne zaman sırt ağrıları başlasa karşısında hep o adamın simasını görüyordu.
Ve bir müddet sonra o taş yatağına uzanmak zorunda kalıyor, uzanıyordu yatağına. Ama bir türlü rahat edemiyor, gözü uyku tutmuyordu. Sırt ağrıları onu uyutmuyordu. İşkencenin izleri sızım sızım sızlıyordu.
Hücrenin kapısı açıldı, karşısında yine o suratsız adam vardı. İşkence saati geldi dedi, kendi kendine, ama hiç aldırış etmedi.
Adam:
“Ayağa kalk be adam, diye bağırdı!”
Fakat yine hiç oralı olmadı. Uzanmaya devam etti.
Adam;
“Ayağa kalksana be adam. Duymuyor musun?”
Diye bağırmaya başladı. Sesi öyle güçlü çıkıyordu ki, koridorlarda yankılanıyordu.
Sesi duyan gardiyanlarda koşarak hücreye akın ettiler. Gardiyanları da yanında bulan adam; kalksana diye bağırarak tekme tokat mahkûma girişti. Gardiyanlarda dillerinde küfür ellerinde coplarla mahkûma vurmaya başladılar. Coplar arka arkaya inip kalkarken ağza alınmayacak küfürlerde sıralanıyordu.
Kendini coplardan ve küfürden kurtaramayan mahkûm başını elleri arasına alıp taş yatağının üzerine büzüldü kaldı.
Dayak fazlı yaklaşık bir saat sürdü, fakat cellâtlar amacına ulaşamadan çıktı gitti hücreden.
Yine hücrede yalnız kalmıştı. Bu kes vücudundan, ellerinden, yüzlerinden kanlar akıyordu. Hiç dinmeyen ağrılarının şiddeti de artmıştı. Uzansa ağrıyor, kalksa ağrıyor, otursa ağrıyordu. Ağrıların şiddetinden kitap da okuyamıyordu. Okusa da kafasına bir şey girmiyordu, ağrılarını dinlemekten.
Gözleri ışığa hasret kalmıştı. Hücreye hiçbir yerden güneş girmiyordu. Uzun süredir havalandırmaya da çıkartmıyorlardı. Gökyüzüne de hasretti, yıldızları içeri düşeli hiç görmemişti. Çoban yıldızını, Zühre yıldızını, yıldızların kayışını hiç izlememişti. Çocukluğunda da böyle lüksleri olmamıştı ya, çalışmaktan vakit bulamadığından.
Hücrede yalnızlığı ile birlikte geçmişine daldı gitti.
Yorumlar -
Yorum Yaz