Babam geri dönüp bana.
“Gidiyor musun?” dedi.
“Hayır!”dedim.
“Burada kalacak mısın?”
“Bilemiyorum!”
“Neden? Be oğul. Bura senin evin değil mi?
“Tabi ki evim, ama yaşamım tehdit altında.”
“Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Buralardan uzaklaşmayı.”
“Hemen mi?”
Babamla, karşılıklı sohbet ederken, evimizin bahçesinden sesler geliyordu. Ve bu ses, o, yüreksiz muhtarın sesi idi. Bakmak için kapıya yöneldiğimde, babam:
“Sen dur oğul, ben bakayım.”
Dedi. Ve bahçeye çıktı. Bir müddet sonra sinirli bir şekilde geri döndü. Sinirlendiği her halinden belli idi. Fakat bana belli etmemeye çalışıyordu.
“muhtar beni mi sordu!” dedim.
“yok, oğul yok, seni falan sormadı. Niye seni sorsun ki?”
“Beni sormadan duramazda ondan. Çünkü benim burada olmam onun uykularını kaçırıyor. Onun için durmam diyorum.”
“Yok, be oğul. Düşündüğün gibi değil.”
“Öyle ise, neden gece yarıları evimize baskınlar düzenleniyor. Senin için mi? Bu işler hep bu ödlek muhtarın başının altından çıkıyor. Çünkü onun düzenine çomak sokuyorum. Köylüyü bilinçlendirip örgütlemeye çalışıyorum. Buda muhtarın işine gelmiyor ve her fırsatta beni şikâyet edip köyden uzaklaştırmaya çalışıyor.”
Köye geleli bir hafta veya on gün olmuştu. Ama bu kısa zaman dilimi içerisinde en az beş kere jandarma tarafından basılmıştı evimiz. Her seferinde de olayı babam savmıştı, oğlum eve gelmiyor diyerek. Fakat muhtar işin peşini bırakmayıp durmadan jandarmaya ihbar ediyordu. Gizli örgüt üyesi olduğumdan tut devleti yıkma girişiminde olduğumu bile söylüyordu aleyhimde. Jandarmaya ihbarla yetinmeyip köylüyü de dolduruşa getirmek için propaganda yapıyordu. Köyden uzaklaştırmak için her pisliğe başvuruyordu.
Bazı köylüler muhtara inansa da bazıları da inanmıyordu, ama bu düşüncelerini yüksek sesle söyleyemiyorlardı. Hatta benimle birlikte görünmek dahi istemiyorlardı. Bütün bunlara rağmen geri adım atmakta istemiyordum. Amacım köylüyü uyuz muhtara karşı örgütlemekti. Onun saltanatını yıkıp, köylünün üstündeki baskısını ve keyfi uygulamalarını kaldırmaktı. Emperyalizmin köydeki uzantıları ile bağlarını kesmekti amacım. Bu arada babam, bu köylü için değmez, vaz geç bu sevdadan diye telkinde bulunuyordu. Bende.
“Bu sevda vaz geçilecek bir sevda değil, bu sevda ki insanın yüreğinden çıkması mümkün değil. Bu sevda ne aşka benzer ne bir sevgiliye duyulan kara sevdaya, bu özgürlük yolunda sosyalizme sevdalanmaktır. Bu sevda da ölünür ama dönülmez.”
“Oğul, köylü özgürlüğü ne anlar, sosyalizmi ne anlar. Onlar asırlardır böyle görmüş, böyle yaşamış, bunu nasıl değiştireceksin?”
“Değiştireceğiz baba, hep birlikte. Çünkü bu dünya hepimizin.”
“İyi söylüyorsun, güzel söylüyorsun da oğul, bu nasıl olacak?”
“Olacak babacığım olacak. Sen görmesen de , ben görmesem de, olacak. Çünkü bu çarklar bir gün tersine dönecek, işte o zaman biz kazanacağız. O gün, bu ödlek muhtar ve onun gibiler girecek delik arayacaklar ama bulamayacaklar.”
Uyandığımda kuşluk vakti olmuştu. Babam koşar adımlarla sokak kapısından eve girdi ve doğruca benim odama geldi. Koşmaktan yüreği kabarmış, içi içine sığmıyor, hızlı, hızlı nefes alıp vermekten anlatmak istediğini anlatamıyordu. Şaşkınlık içinde babama dönüp:
“Baba bu halin ne? Bu kadar telaş neden?”
“Aman oğul, sakın dışarı çıkayım deme, sokaklar jandarma kaynıyor. Bütün köşe başları, kapı önleri tutulmuş vaziyette, muhtarda yanlarında, her tarafı didik, didik aratıyor.”