ÜLKEMİZDE EMEKÇİLER VE SİYASET (2)
22 Şubat krizinin geçmişine, yada o güne nereden geldiğine bakmadan, fatura o günkü iktidara kesilip kurtarıcı olarak da bu günkü yağma hükümeti işbaşına getirildi. Bunda emekçilerin , dolayısı ile de kırsallarda yaşayanların rolü daha fazla oldu. Çünkü kendini rahata çıkaracak bir kurtarıcı ararken bula, bula bu emek düşmanlarını iş başına getirdiler. Fakat sonucun bekledikleri gibi olmadığını görünce hepsi birden bizler oy vermedik diye yeminler ettiler. Peki siz oy vermediniz de bunları uzaylılar mı seçti? Diye sormazlar mı adama.
Yeni diye güvenerek iş başına getirdikleri Ak Parti (AKP) (Yani Ampul Kafalıların Partisi) Aslında yeni falan değildi. Ekonomik program olarak Özal hükümetinin tıpa tıp benzeri, ideolojik olarak karanlıkları yaratmak, ortaçağa geri dönmek isteyen zihniyetin devamı (şimdilik maskeli olarak) olmuştur. Peki Özal’ın mantığı neydi? Benim zenginim daha zengin olsun, bunların mantığı da aynıdır. Zengin daha zengin olur iken emekçiler daha yoksullaşmıyor mu? Patron daha da büyürken işçinin omuzlarına basarak, onu yok ederek büyümüyor mu? Bunları bildikleri halde kendilerine değer vermeyen, kendilerinin haklarını savunmayanları nasıl iş başına getirirler anlamış da değilim. Tek bildiğim şey bu görüntü, yani emekçilerin böyle bir partiyi iş başına getirmelerinin eşyanın tabiatına ters olduğudur.
Bu kadar rezalete, yanlışa ve hakaret içeren sözlere, beyanatlara rağmen %47 oy ile yeniden iktidara gelmeleri, oylarının büyük çoğunluğunu emekçilerin yoğunlukta olduğu bölgelerden almaları, ortada büyük bir yanlışın olduğunun göstergesi idi. Seçimden sonra, oyların bölgelere göre dağılım haritasına baktığımızda şaşırmamak elde değil. Çünkü; ya biz siyaseti yanlış biliyoruz, yada emekçiler saf değiştiriyor, yanlış zeminlere kayıyorlardı.
Seçimden önceki gaflara göz attığımızda bu ülkenin başbakanı bir çiftçi vatandaşa “ananı da al git diye” hakaret içeren sözler sarf ediyor,
Öbür tarafta yine bu hükümetin bir bakanı çıkıp bir çiftçiye “gözünüz toprak doyursun” diyor. Karadeniz de fındık üreticisi ayaklanıyor, 100 binlerce kişi ile hükümete karşı miting düzenliyor. Yine kamuda çalışan memura emekçiye komik rakamlarda zamlar veriyor. Asgari ücrete komik denecek kadar az zam yapıyor.( ama bir millet vekiline senelik 16.000 ytl telefon parası veriyor.) Emekli vatandaş ile dalga geçer gibi maaşlarına artış yapmaları, kamu mallarını yağmalar gibi yandaşlarına satmaları, emekçilere kemer sıktırırken, yoksul halkına çöplükten ekmek toplatırken, sağlığı ve eğitimi özelleştirmeye çalışırken, soluduğumuz havadan dahi vergi almayı düşünürken, yinede %47 oy ile tekrar iktidar olmaları düşündürücü değimli?
Bütün bu yanlışlar olurken, emekçilerin ve yoksul halkın, kendine bu zorlukları ve acıları yaşatan, taban tabana zıt olduğu bir partiye AKP’ ye oy vermeleri, zengin ve elit kesimin,kendisine sosyal demokratım diyen ama sosyal demokratlık ile yakından uzaktan ilişkisi olmayan CHP’ye oy vermeleri eşyanın tabiatına aykırı değil mi? En büyük çelişki de burası değil mi? İşin özüne ve siyasi termolojiye göre emekçi sınıfı ve yoksul halk, liberal ekonomiyi ve özelleştirme yanlısı partilere oy veremez ve o partileri savunamazdı. Ama; son zamanlarda ülkemizde tam tersi bir durum ile karşı karşıyayız.
Burada sadece suçlu olarak emekçileri ve yoksul halkı görmüyorum. Ne emekçi sınıfını yönlendirecek, nede yoksul halka güven verecek bir öncü partinin eksikliğinden kaynaklandığını fark ediyorum. Buna rağmen geçmişteki emekçi sınıfında kalmadığını, kendine daha yakın olanın ne olduğunu seçemediğini de söylemeden edemeyeceğim. Bütün bunların yanında ağır basan din olgusunu da unutmamak lazım, çünkü kimin gerçekten inançlı olduğundan bile şüphelenir olduk, o kadar çok din simsarı çoğaldı ki ortalıkta gezen,ayırt etmesi o kadar zorlaştı. Oy almak uğruna kılıktan kılığa girer oldular. Vatandaşı insan olmaktan çok oy deposu olarak görüp öylede bakmaya devam ediyorlar.
Komünist Ozan
20 Ocak 2008
sarıgazi